Türkiye′de İnsan Haklarının Korunması
Türkiye′de İnsan Haklarının Korunması
Abdurrahman EREN
Sayfa Sayısı
:
1086
Kitap Ölçüleri
:
16x23 cm
Basım Yılı
:
2007
ISBN NO
:
9789756194928
ÖNSÖZ İnsan hakları, pozitif hukukun dışında ve üstünde, insan doğasına bağlı ahlaki haklar olarak açıklansa bile, uygulamaya geçirilebilmesi ve ihlallere karşı korunabilmesi, pozitif hukuk tarafından tanınmasına bağlıdır. Ahlaki haklar olarak insan haklarının varlığı çok eski dönemlere kadar götürülebilir. Ancak, pozitif hukuk tarafından tanınmaya başlanması 17. ve 18. yüzyıllarda ulusal hukuk kapsamında hak bildirgeleri ve anayasalar aracılığı ile olmuştur. Anayasalar ile tanınıp güvence altına alınan haklar, ulusal hukukta normatif çerçevede korunmaya başlanmıştır. Ancak dünyada barış ve güvenlik olmadan ulusal korumanın yeterli olmadığı, insan haklarına saygı olmadan da dünyada barış ve güvenliğin sağlanamayacağı Birinci ve İkinci Dünya Savaşları ile anlaşılınca, insan haklarının′uluslararası alanda korunması gündeme gelmiştir. Günümüzde ulusal koruma esas ve öncelikli rolünü sürdürmekle birlikte, evrensel ve bölgesel düzeyde gerçekleştirilen uluslararası koruma, ulusal korumanın tamamlayıcı parçası kabul edilmektedir. İnsan haklarının korunmasını ulusal ve uluslararası hukuk bütünlüğü içinde ele alan bu çalışmada, Türkiye′de insan haklarının korunmasında rolü olan uluslararası insan hakları koruma mekanizmaları ve ulusal insan hakları kurumlan karşılaştırmalı olarak incelenmiştir. İnsan haklarının korunmasında, uluslararası koruma mekanizmaları ile ulusal insan haklan kurumları arasında kurulan zorunlu ilişki, her iki yapıyı birlikte inceleyen çalışmaları gerekli kılmaktadır. Türkiye′de, uluslararası koruma mekanizmalarını inceleyen çok önemli eserler olmasına rağmen, bu iki yapıyı birlikte ele alan çalışmalar yönünde bir boşluk bulunmaktadır. Türk hukukunda var olan bu boşluğun doldurulmasına katkı amacıyla hazırlanmış bu çalışmaya, düşünce ve önerileri ile destek veren sayın Prof. Dr. İbrahim Ö. Kaboğlu′na, eserin tashihinde yardımcı olan başta eşim Nermin olmak üzere, Recep Makas, Zekeriya Arı, Ömer Arif Kelkit, Sevda Yıldırım′a teşekkürü bir borç biliyorum. Ayrıca Kitabın yayınlanmasında titiz çalışmalarından dolayı Turhan Kitabevi yetkililerine de teşekkür ediyorum. Sivas, 01.01.2007 Yrd. Doç. Dr. Abdurrahman EREN GİRİŞ İnsan haklan, insanın insana kendi varlığını kabul ettirme mücadelesi ile başlamıştır. Tarih boyunca doğuştan köle kabul edilenler, insanlarla değil, hayvanlarla eşit görülmüştür. Onların alınması, satılması ya da öldürülmesi, meşru kabul edilmiştir. Düşünmek, inanmak, seyahat etmek, köle doğan insanlar için değil, insan doğan insanlar için hak olmuştur. Yine kimileri siyah, kimileri kadın doğduğu için ya da soy, etnik köken veya din bakımından ötekinden farklı olduğu için yok sayılmıştır. Başka bir ifade ile, insan olma değeri, insan doğma ile eşit görülmemiştir. Bu nedenle, her insanın doğuştan, "insan olma değeri" bakımından eşit olduğunun kabul edilmesi, insan haklan düşüncesinin temeli olmuştur. Her insan, doğuştan insan olma değeri bakımından eşit ise, onu var kılan değerler, onun varlığının doğal bir sonucudur. Aynı değerde olan bir insan, bir başka insanın varlık değerlerinin nedeni olamaz. Bu açıdan bir insanın var olma değerleri, bir başka insanın tanımasına da bağlanamaz. Yaşamak, düşünmek, inanmak bir insan için ne kadar değerse, öteki insan için de aynı ölçüde bir değerdir. Bu yüzden insanın varlığına bağlı değerler, birileri tanıdığı için var değil, var olduğu için tanınmaktadır. Bir başkasının hakkını tanıma, hakkı var kılmamakta, var olan hakka karşı saygı yükümlülüğü doğurmaktadır. Bu açıdan insan hakları, kaynağını insan olarak doğmada bulan, "insan olmaya bağlı değerler" olarak kabul edilir. İnsan olmaya bağlı değerler, tüm insanlar tarafından paylaşılan ortak değerler olmalıdır. Paylaşım, bu değerlerden eşit olarak yararlanmayı içerdiği gibi, onlara saygı duymayı da gerektirir. Yararlanma ve saygı duymanın temeli, öncelikle insan olmaktan kaynaklanan ahlaki bir zorunluluktur. Bu yüzden insan, bu değerlerden yararlanmaktan vazgeçemeyeceği gibi onu başkasına da devredemez. Ayrıca paylaşılan ortak bir değerden, bir başkasının da yararlanmasını istemek, insanın kendi değerlerine duyduğu saygının gereğidir. Örneğin, yaşamak tüm insanlar için ortak bir değerse, hiçbir insan bundan vazgeçemeyeceği gibi, herkesin bu değerden yararlanmasını istemek, kendi yaşama değerine duyduğu saygıdandır. İşte insan hakları, bir yönüyle, tüm insanlarca paylaşılan ortak değerler olarak, karşılıklı saygı duyulması gereken "ahlaki değerler" bütünüdür. Her insanın doğuştan aynı değerde olduğunu ve herkesin varlığına bağlı ortak bir takım haklara sahip olduğunu kabul etmek, insan olmaya bağlı ahlaki bir gerekliliktir. Ancak, bu haklardan herkesin, fiilen eşit bir şekilde yararlanmasının mümkün olmadığını görmek de, bir gerçekliktir. Bu fiili durumun ortaya çıkmasında insanın ahlakiliğinin sübjektifliği kadar, maddi imkansızlıklar da etkili olmaktadır. Ahlakiliğin sübjektifliği, haklara saygı duyma bakımından farklı uygulamalara yol açarken; maddi imkansızlıklar, haklardan eşit şekilde yararlanmaya engel olmaktadır. Bu nedenle, haklara saygı ve onlardan yararlanma bakımından "makul ve objektif ölçülere" ihtiyaç duyulmaktadır. Bu ölçülere uymak, artık ahlaki bir gereklilikten öte, maddi zor içeren yaptırımlı kurallara dayandırılmaktadır. Böylece insan hakları, insanın ahlaki doğası gereği saygı duyması gereken sübjektif kurallar yerine, "uyulması zorunlu objektif kurallara" dönüşmüş olmaktadır. İnsan haklarının herkes için bağlayıcı objektif kurallara dayandırılması, haklara yönelik ahlaki sorumlulukları ortadan kaldırmamaktadır. Ancak ahlaki sorumlulukların yerine getirilmemesi, objektif bir kuralın ihlaline yol açtığında, zora dayalı bir müeyyide ile karşılaşılmaktadır. Bu da, herkes için bağlayıcı olan objektif kuralı koyacak ve ihlal durumunda zora dayalı bir güç kullanacak, insanın kişisel varlığı dışında, bir başka gücün varlığını gerekli kılmaktadır. Böylece bu gücün varlığını meşru kılan değer, insanların var olma değerlerinin korunmasına olan ihtiyaçtır. Dolayısıyla bu değerleri tanımayan ya da onlar için tehdit oluşturan bir gücün meşru olduğundan da söz edilemez. Devlet denilen örgüt, kullandığı kamu gücü ile, zora dayalı müeyyide içeren objektif kurallar koyarken, insan olma değerine bağlı olan hakları geçerli kılmamakta, geçerliliği insan olmanın doğasına bağlı olan bu hakları, koruma amacı gütmektedir. Zora dayalı müeyyideye bağlanmış bir kural ile korunmayan değerler, insan hakkı olmaktan çıkmamakta, bireylerin ahlaki sorumluluğu devam etmektedir. Ancak bu ahlaki sorumluluğun yerine getirilmemesi, zora dayalı bir müeyyide yerine, manevi bir yaptırımla sınırlı kalmaktadır. Devlet tarafından insan haklarının kurallara bağlanması, müeyyideli bir korumaya gerek duyulan alanların belirlenmesi anlamına gelmektedir. Böyle bir belirleme, birey açısından yararlanabileceği koruma alanını ve devlet tarafından üstlenilen yükümlülük alanını göstermektedir. Her devlet, hakların korunması açısından üstlenebileceği yükümlülük alanını başta kendisi belirler. Ancak bu belirlemede, devletin sınırsız bir takdir hakkının olduğunu kabul etmek, hakların insanın doğasına bağlı olduğu gerçeği ile çatışır. Haklar insan olmanın doğal sonucu ise, insan her yerde ve her zaman insan olduğundan, hakların her zaman ve herkes için var olduğunu kabul etmek gerekir. Böyle bir kabul, hakların var olması bakımından devletin tanımasına bağlı olmadığı sonucunu doğururken, haklar bakımından devletin sorumluluğunun da sınırsız olduğu yanılsamasına yol açabilir. Ancak devletin haklar karşısında sorumluluğunun sınırsız olması, devletin sınırsız imkanlara sahip olmasını gerektirir. Oysa her devletin sahip olduğu imkanlar sınırlı olduğu gibi, bu sınır da ülkeden ülkeye değişmektedir. Bu açıdan insan haklarının devletin tanıması ile sınırlı olmadığını kabul etmek gerektiği gibi, devletin haklar karşısındaki sorumluluğunun da sınırlı olduğunu görmek gerekir. Her devletin insan haklarını korumadaki sorumluluğunun farklı olması, her devlet bakımından koruma alanının tek tek belirlenmesini gerektirmektedir. İnsan haklarının insan doğasına bağlı niteliği gereği, böyle bir belirleme, olan ile olması gereken arasındaki ikilemi göz önünde bulundurmayı içermektedir. Bu da devletin tanıdığı ve tanıması gereken hakların var olduğu sonucunu doğurmaktadır. Tanıdığı haklar pozitif haklar olarak, pozitif hukukun içinde yer alırken; tanıması gereken haklar, insan doğasına bağlı haklar olarak, pozitif hukukun dışında, doğal hukuk olarak kabul edilen hukuk içinde yer almaktadır. Böylece doğal hukuk ve doğal haklar, insan haklarının tümünü içine alırken, pozitif hukuk ve pozitif haklar, bu doğal haklardan devlet tarafından korunma altına alınanları ifade etmektedir. Dolayısıyla insan haklarının korunmasını ele alırken pozitif hukuk alanı, mevcut sorumluluk alanını göstermekte; doğal hukuk alanı ise olması gereken sorumluluk alanına işaret etmektedir. Bu açıdan uygulamada insan haklan, pozitif hukuk tarafından tanınmış ve güvence altına alınjnış da olsa, insan haklarının doğal hukukla olan bağı koparılmamaktadır. Pozitif hukukta insan haklarının korunması, ulusal ve uluslararası hukuk çerçevesinde iki farklı düzeyde ancak bir bütünlük içinde sağlanmaktadır. Ulusal hukuk çerçevesinde sağlanan korumada devlet örgütü belirleyici olurken, uluslararası korumada, devletler tarafından oluşturulan uluslararası örgütler etkili olmaktadır. Uluslararası örgütler içinde, tüm dünya devletlerine açık olan evrensel örgütler olduğu gibi, yalnızca belli bölge devletlerine açık olan bölgesel örgütler de bulunmaktadır. Bu nedenle uluslararası koruma da kendi içinde evrensel ve bölgesel olarak ikiye ayrılmaktadır. Ancak ulusal, bölgesel ve evrensel düzeyde sağlanan korumada temel yapı devlettir. Evrensel ve bölgesel örgütlerin kuruluşu, devletlerin iradelerine bağlı olduğu gibi, bu örgütlerce üretilen belgelerin hukuki geçerliliği de yine aynı iradeye bağlıdır. Devletler, uluslararası barış ve güvenliği sağlamak amacıyla özellikle İkinci Dünya Savaşı′ndan sonra birçok uluslararası örgüt kurmuştur. Bu örgütlerin kurucu andlaşmalarında temelde, dünyadaki barış ve güvenliğin, "insan haklarına saygı" ile sağlanacağı ortak bir kabul haline gelmiştir. Bundan çok daha önce, 17. ve 18. yüzyılda ulusal devletlerin doğuşu ve anayasal devlet olmanın koşulu da "insan haklarına saygı" olarak belirlenmiştir. Böylece insan haklarına saygı, hem ulusal hukuk hem de uluslararası hukuk düzeyinde "devletin meşruluk temeli" haline gelmiştir. Günümüzde insan haklarının korunmasını evrensel düzeyde gerçekleştiren en önemli örgüt "Birleşmiş Milletler Örgütü" kabul edilmektedir. Birleşmiş Milletler Şartı ile tüm dünya devletlerine açık bir şekilde, 1945 tarihinde kurulan Örgüt, dünyada evrensel barış ve güvenliği sağlamayı ve insan haklarına saygıyı gerçekleştirmeyi amaç edinmiştir. Bu amaçlan benimseyen tüm dünya ülkelerinin üyeliğine açık olan Örgüt, günümüzde 192 üye devlet sayısına ulaşmıştır. İnsan haklarına saygı ilkesini benimseyen devlet sayısının bu rakamlara ulaşması, insan haklarının korunmasında "evrenselliğin" fiilen de gerçekleştirilmesi açısından son derece önemlidir. Birleşmiş Milletler Sistemi içinde insan haklarının korunması, üç farklı temelde işletilen koruma mekanizmaları ile sağlanmaktadır. Bunlardan biri, Örgüt′e üye tüm devletler bakımından geçerli olan, BM Şartı temelinde işletilen "′sözleşme dışı koruma mekanizmalaradır. İkincisi, Örgüt tarafından hazırlanan sözleşmelere taraf olma koşuluyla işletilen "sözleşme içi koruma mekanizmalan"dir. Üçüncüsü ise, Örgüt′e bağlı "Uzmanlık Kuruluşları" tarafından, üyelik ya da sözleşmelere taraf olma temelinde işletilen koruma mekanizmalarıdır. Birleşmiş Milletler′e üye olmak ve koruma mekanizmalarına taraf olmak, insan haklarına ve evrensel barışa katkı sağlamanın temel şartı görülmekle birlikte, bölgesel örgütlere üye olmak ve bu örgütler çerçevesinde işletilen koruma mekanizmalarına taraf olmak da, uluslararası korumanın tamamlayıcı parçası kabul edilmektedir. Bölgesel örgütler, evrensel barışın bölgesel düzeyde sağlamlaştırılması ve insan haklarına saygının bölge ülkeleri arasında daha etkin bir şekilde gerçekleştirilmesi amacı ile bölgesel işbirliği çerçevesinde kurulmaktadır. Bölgesel koruma, evrensel korumanın alternatifi olarak görülmemektedir. Evrensel düzeyde kabul edilen insan hakları standartlarının, bölgesel ölçekte uygulanmasını sağlamak ve daha etkin bir koruma gerçekleştirmek, bölgesel örgütlenmenin temel amaçlarından biridir. Bölgesel işbirliğinin evrensel işbirliğine göre daha kolay sağlanabilmesi, bölgesel koruma mekanizmalarını daha etkili kılmaktadır. Bölgesel örgütler, evrensel korumada olduğu gibi, insan haklarını korumayı hem üye olma temelinde hem de hazırladığı insan hakları sözleşmeleri ile sağlamaktadır. Bölgesel barış ve güvenliği sağlamak, bölge ülkeleri arasında siyasi ve ekonomik ilişkileri geliştirmek amacıyla kurulan, birçok bölgesel örgüt vardır. Bu örgütlerden bazıları, insan haklarının korunmasını, kurucu andlaşmaları ile bölgesel işbirliğinin temeli haline getirmiştir. Bu örgütlere üye olmak ya da onlarla işbirliği yapabilmek, insan haklarına saygı şartına bağlanmıştır. İnsan haklarına saygının ölçüsü de, insan haklan sözleşmelerine taraf olmak, koruma mekanizmalarına dahil olmak ve bunları iç hukukta uygulamaktan geçmektedir. Bu nitelikteki bölgesel örgütlenmelerin, başta Avrupa, Amerika ve Afrika bölgelerinde olduğu görülmektedir. İnsan haklan alanında ilk ve en etkin koruma mekanizmalarına sahip olan bölge, Türkiye′nin de içinde yer aldığı, Avrupa Bölgesi′dir. Avrupa Bölge -si′nde insan haklarının korunmasında etkili olan üç örgüt bulunmaktadır. Bunlar Avrupa Konseyi, Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı ve Avrupa Birliği′dir. Türkiye Avrupa Konseyi ve Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı′na üye, Avrupa Birliği′ne üyelik için de adaydır. Bu üç örgüt içinde Avrupa Konseyi, insan haklarının korunmasında hem kabul ettiği bağlayıcı insan hakları sözleşmeleri hem de bu sözleşmeler temelinde kurduğu denetim mekanizmaları ile en etkin örgüttür. Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı, kendine özgü yapısıyla, insan hakları alanında bağlayıcı sözleşmelere ve sözleşme içi koruma mekanizmalarına sahip olmamakla birlikte, insani boyut mekanizmaları olarak nitelendirilen kendine özgü yapılar ile insan haklarının korunması sürecine dahil olmaktadır. Avrupa Birliği de, bölge ülkelerine açık müstakil bir insan hakları sözleşmesine sahip değildir. Ancak Birlik, kendi üyelerine yönelik insan haklarına saygının sağlanması için bazı mekanizmalar geliştirdiği gibi, aday ülkeler ve diğer üçüncü ülkelerle kurduğu ilişkilerde insan haklarına saygıyı temel almaktadır. İnsan haklarının korunmasında evrensel ve bölgesel korumayı tamamlayan üçüncü sacayağı, "ulusal koruma"dır. Ulusal koruma, hem evrensel koruma hem de bölgesel koruma karşısında "esas ve öncelikli" kabul edilmektedir. Bu nedenle ulusal korumadan yararlanmadan, uluslararası korumaya başvurma çoğunlukla kabul edilmemektedir. Ulusal korumanın esas ve öncelikli olması, insan haklarının korunmasında esas ve öncelikli olarak devletin sorumlu olmasından kaynaklanmaktadır. Devletin sorumluluğu, hem insan haklarını tanıma, hem uygulanmasını sağlama hem de haksız müdahaleleri önlemeyi içermektedir. Bu sorumluluk devletin üç temel organı tarafından öncelikli olarak yerine getirilmektedir. Yasama organı haklan tanımada, yürütme organı uygulamada ve yargı organı da haksız müdahaleler karşısında devreye girmektedir. Günümüzde bir devletin meşru kabul edilmesi öncelikle ulusal hukuk düzeyinde insan haklarını anayasal güvenceye kavuşturması ile ölçülmektedir. Anayasal güvencedeki hakların yasalarla uygulamaya geçirilmesi ve uygulamanın yargısal denetimi devletin temel işlevleri kabul edilmektedir. Devlet organlarınca anayasal temelde sağlanan koruma, haklan gerçekleştirmekten sorumlu olan siyasi iktidarın, kendi kendini sınırlaması ile sağlanan bir koruma anlamına gelmektedir. Ancak siyasi iktidar dışında da devletin, insan hakları anlamında sorumluluklarını yerine getirip getirmediğinin denetimi gerekmektedir. Bu denetim günümüzde başta sivil toplum örgütleri tarafından yapılmaktadır. Siyasi iktidardan tamamen bağımsız ve çalışmalarında tarafsız olan sivil toplum örgütleri, insan haklarının ulusal korunmasında, tamamlayıcı bir rol üstlenmektedir. Sivil toplum örgütleri, bireysel hakların korunmasında, siyasi iktidarlara karşı, kolektif bir dayanışmanın aracı olurken, zaman içinde bizzat bu kolektif dayanışma da bir insan hakkına dönüşmüştür. Günümüzde sivil toplum örgütleri bireysel hakların korunmasında bir araç olduğu gibi, bizzat onlar tarafından ve onlar aracılığı ile kullanılan kolektif hakların da öznesi haline gelmiştir. Sivil toplum örgütü olmanın koşulu birçok şeyle beraber başta, siyasi iktidardan bağımsız olmaya bağlanmıştır. Bu nedenle sivil toplum örgütlerine "hükümet dışı örgütler" de denilmektedir. Hükümet dışı örgütler, ulusal hukuk düzeyinde kurulmakla birlikte, uluslararası hukuk alanında da insan haklarının korunmasında etkili olabilmektedir. Bu nitelikte olan sivil toplum örgütlerine "uluslararası hükümet dışı örgütler" adı verilmektedir. Sivil toplum örgütleri, günümüzde, ulusal ve uluslararası koruma mekanizmalarında hakların öznesi kabul edilmekte ve bu mekanizmalara başvurma hakkı tanınmaktadır. Ayrıca, insan hakları koruma mekanizmalarında sivil toplum örgütlerince insan haklan alanında yapılan çalışmalara son derece önem verilmektedir. Bu örgütlerce hazırlanan insan hakları raporları, bağımsız ve tarafsız niteliği ile, ulusal ve özellikle uluslararası koruma mekanizmalarınca yapılan denetimlerde kullanılmaktadır. Koruma mekanizmalarında bu raporlardan yararlanıldığı gibi, denetimler sırasında, sivil toplum örgütleri temsilcilerine danışma statüsü sağlanarak onların da aktif olarak, insan hakları denetim sürecine katılımı sağlanmaktadır. Ulusal düzeyde insan haklarının korunmasında devletin temel organları ve sivil toplum örgütleri dışında üçüncü ve yeni bir aktör olarak, 199O′lı yıllardan itibaren "ulusal insan hakları kurumlarının" aktif olarak katılmaya başladığı görülmektedir. Ulusal insan hakları kurumları, "yasayla" kurulması ve "görev ve yetkileri"nin yasayla belirlenmesinden dolayı, sivil toplum örgütlerinden ayrılmaktadır. Yasayla kurulmakla birlikte, siyasi iktidarlardan "bağımsız ve tarafsız" olması ve "insan haklan konusuna" özgülenmesi nedeniyle de, klasik hükümet kuruluşlarından ayrılmaktadır. Ulusal kurumları ortaya çıkaran temel etken, insan haklarının korunmasında rol alan, uluslararası insan hakları organları, devletin temel organları ve hükümet dışı örgütler arasında "köprü rolü" üstlenecek bir kuruma olan ihtiyaçtır. Bu nedenle ulusal insan haklan kurumları, sivil toplum örgütleri ve hükümet temsilcilerinden oluşur ve uluslararası örgütlerin temsilcilerinin katılımına da açık bir yapıdadır. Günümüzde, bir ülkede insan haklarının nasıl ve ne ölçüde korunduğunu ortaya koyabilmek için, ulusal ve uluslararası koruma boyutunu bir bütünlük içinde ele almak zorunludur. Her iki boyutta da genellikle insan haklarının normatif içeriği büyük oranda paralellik göstermektedir. Bir başka ifade ile, insan haklarına ilişkin standartların belirlenmesinde evrensel, bölgesel ya da ulusal belgeler içerik olarak birbirine benzemektedir. Bu standartların uygulama alanı temelde ulusal hukuklardır. Ancak ulusal planda gerçekleştirilen uygulamaların denetimi; ulusal, bölgesel ve evrensel ölçekte farklılaşmaktadır. Koruma mekanizmaları yapısal olarak ulusal, bölgesel ve evrensel düzeyde farklılaşmakla birlikte, koruma işlevi yönünden tamamen birbirinden aynşmamaktadır. Bu nedenle bir ülkede insan haklarının korunmasında, korumayı gerçekleştiren ulusal ve uluslararası koruma mekanizmalarının, yapısal ve işleyiş olarak, ayrı rolleri bulunmaktadır. Bu çalışmanın konusu, Türkiye′de insan haklarının korunmasını sağlayan, evrensel ve bölgesel uluslararası koruma mekanizmaları ile ulusal insan haklan kurumlarını yapı ve işleyiş yönünden incelemektir. Bu inceleme ile amaçlanan- lardan biri, Türkiye′nin hangi uluslararası koruma mekanizmalarına taraf olduğu veya taraf olması gerektiği halde olmadığını, taraf olduğu mekanizmaların yapısı ve işleyişinin nasıl olduğunu ve bu mekanizmaların Türkiye′de insan haklarının korunmasında ne gibi bir role sahip olduğunu belirlemektir. Bir diğer amaç da, Türkiye′de, uluslararası koruma mekanizmaları ile işbirliği sağlayan, ulusal insan haklan kurumlarının hangileri olduğunu, bu kurumların yapısı ve işleyişinin uluslararası standartlara uygun olup olmadığını ve böyle bir kuruma ihtiyaç bulunup bulunmadığını belirlemek ve bu ihtiyacı karşılayan bir kurumsal yapının hangi özelliklerde olması gerektiğini ortaya koymaktır. Bu konu ve amaç doğrultusunda çalışma dört bölüm olarak planlanmıştır. Birinci bölümde, "İnsan Hakları ve Korunması"; ikinci bölümde, "Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Koruma Mekanizmaları"; üçüncü bölümde, "Bölgesel İnsan Haklarını Koruma Mekanizmaları" ve dördüncü bölümde "Ulusal İnsan Hakları Kurumlan" incelenmiştir. Böylece Türkiye bakımından insan haklarının korunmasında etkili olan kurumsal yapı, bütünlük içinde ortaya konmaya çalışılmıştır. İnsan Haklan ve Korunması başlıklı birinci bölümde, insan haklarının, doğal hukuk ve pozitif hukuk anlayışları doğrultusunda, uygulamada ne şekilde yer aldığı ortaya konulduktan sonra, pozitif hukukta insan haklarının korunmasının ne anlama geldiği üzerinde durulmaktadır. Bu kapsamda öncelikle, doğal hukuk ve doğal haklar olarak insan hakları, pozitif hukuk ve pozitif haklar olarak insan hakları ve uygulamada insan hakları kavramı incelendikten sonra, insan haklarının nitelikleri, sınıflandırılması ve kaynakları üzerinde durulmaktadır. İnsan haklarının korunması başlığı altında ise, korumanın düzeyi, normatif çerçevesi, korumanın ilkeleri, korumanın tarafları ve koruma mekanizmaları incelenerek, diğer üç bölümde ele alınan ortak noktaların genel çerçevesi belirlenmeye çalışılmıştır. Çalışmamızın ikinci bölümünde, Türkiye′nin de üyesi olduğu Birleşmiş Milletler Örgütü insan hakları koruma mekanizmaları incelenmiştir. BM Sistemi içinde insan haklarını koruma mekanizmaları üç alt başlık halinde ele alınmıştır. İlk başlık altında, BM Şartı temelinde kurulan sözleşme dışı koruma mekanizmaları üzerinde durulmuştur. Bu başlıkta ilk olarak, Örgüt′ün kuruluş amaçlan arasında insan haklarının yeri; ikinci olarak, Örgüt′ün temel organları ve bu organlara bağlı alt organların yapısı, görevleri ve insan haklarını korumadaki rolü; üçüncü olarak da, BM Şartı temelinde, ana organlar ve onlara bağlı alt organlarca gerçekleştirilen sözleşme dışı koruma mekanizmaları ortaya konmuştur. Bu bölümde ikinci olarak, BM Örgütü′ne üye devletlerin taraf oldukları sözleşmeler temelinde işletilen "sözleşme içi denetim mekanizmaları" incelenmiştir. İnsan hakları koruma mekanizması içeren yedi BM Sözleşmesi; kapsamı, öngörülen denetim organı ve denetim yöntemleri açısından tek tek incelenmiştir. Bu denetim mekanizmalarından Türkiye′nin hangilerine taraf olduğu, hangilerine taraf olmadığı belirlenerek, bu mekanizmaların insan haklarını korumadaki rolü belirlenmeye çalışılmıştır. Bu bölümde üçüncü olarak, insan hakları koruma mekanizmaları içeren Uluslararası Çalışma Örgütü ve BM Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü üzerinde durulmuştur. Çalışmanın üçüncü bölümünde, bölgesel insan hakları koruma mekanizmaları, dört alt başlık halinde ele alınmıştır. Öncelikle, ilk ve en etkin insan hakları koruma mekanizmalarını içeren ve Türkiye′nin üye olduğu Avrupa Konseyi incelenmiştir. Avrupa Konseyi′nin ana organları ve insan hakları ile ilgili alt organlar incelendikten sonra, Konsey bünyesinde yer alan sözleşme içi denetim mekanizmaları tek tek ele alınmıştır. İkinci olarak, Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı ve Teşkilat kapsamında kendine özgü insan hakları yapıları ve mekanizmaları incelenmiştir. Üçüncü olarak, Türkiye′nin üyelik sürecinin devam ettiği Avrupa Birliği ve Birlik kapsamında insan haklarının nasıl korunduğu üzerinde durulmuştur. Bu bölümde son olarak, Türkiye′de insan haklarının korunması yönünde bir rolü olmayan diğer bölgesel örgütlenmeler hakkında kısaca bilgi verilmiştir. Çalışmamızın dördüncü ve son bölümünde, insan haklarının korunmasında, önemli ve yeni bir aktör olarak ortaya çıkan ulusal insan haklan kurumları incelenmiştir. Bu bölümde öncelikle, ulusal korumada devletin temel organları ve sivil toplum örgütlerinin işlevi ortaya konularak, ulusal insan hakları kurumları ile olan farklılıkları açıklanmaya çalışılmıştır. Daha sonra, ulusal insan hakları kurumlarının tanımı, tarihsel gelişimi, sınıflandırılması konularına yer verilmiştir. Ulusal insan hakları kurumlarına ilişkin uluslararası standartları belirleyen "Paris Prensipleri" ele alınarak, bu belgenin hukuki niteliği, ulusal kurumlara ilişkin ortaya koyduğu temel özellikler, ulusal kurumlara özgü görev ve yetkiler üzerinde durulmuştur. Burada ayrıca, ulusal kurumların uluslararası işbirliğini sağlamak amacıyla kurulan, "Ulusal Kurumlar Uluslararası İşbirliği Komitesi" incelenmiştir. Komitenin kuruluş amacı, görevleri, üyelik, toplantı ve çalışma yöntemi bu kapsamda ele alınmıştır. Dördüncü bölümde, ilk olarak ulusal kurumlara ilişkin genel bilgiler verildikten sonra, ikinci olarak, Türkiye′de ulusal insan hakları kurumlarının durumu incelenmiştir. Türkiye′de ulusal insan haklan kurumlan kuruluşları itibariyle, "yasama organına" bağlı birimler ve "yürütme organına" bağlı birimler şeklinde iki başlık halinde ele alınmıştır. Yasama organına bağlı birimler başlığı altında, "TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu" ve "Kamu Denetçiliği Kurumu"na yer verilmiştir. Kamu Denetçiliği Kurumu Kanunu bu kitap çalışmaları devam ederken henüz uygulamaya girmemiştir. Kitap yayına hazırlanırken, Kanun hakkında Anayasa Mahkemesine iptal davası açılmış ve Mahkeme de yürütmeyi durdurma kararı vermiştir. Böyle olmakla birlikte, bu durum da göz önünde bulundurularak, mevcut Kanun çerçevesinde bu kurumun insan haklarını korumadaki rolü üzerinde durulmuştur. Yürütme Organına Bağlı Birimler başlığı altında, insan hakları alanında faaliyet gösteren birfmler, Başbakanlığa bağlı birimler ve diğer bakanlıklara bağlı birimler şeklinde iki alt başlık halinde incelenmiştir. Çalışmamızda bu kurumlar incelenirken, Paris Prensipleri′ne uygunluk yönünden ele alınmış ve Türkiye′nin bu birimlerinin insan haklarını korumada ne gibi bir rolünün olduğu incelenmeye çalışılmıştır. Ulusal insan hakları kurumlarını incelediğimiz bölümde son olarak, ulusal insan hakları kurumları ile uluslararası koruma mekanizmaları arasındaki ilişkiler üzerinde durulmuştur. Bu ilişki iki yönlü olarak ele alınmıştır. Bir yönüyle, uluslararası koruma mekanizmalarının ulusal kurumların oluşumunda ektisi, bir diğer yönüyle de, ulusal kurumların, uluslararası koruma mekanizmalarının işleyişine katkılarıdır. Bu çerçevede, Birleşmiş Millet koruma mekanizmaları ve Avrupa Konseyi ile olan ilişkiler göz önünde bulundurulmuştur. Ulusal insan haklan kurumlarının incelendiği bölümde, sonuç yerine, çalışmanın bütününden elde edilen bilgiler ışığında, ele alınan evrensel, bölgesel ve ulusal insan haklan mekanizmalarının, Türkiye′de insan haklarını korumadaki rolü bakımından bir karşılaştırılması yapılmıştır. Bu karşılaştırma ile, öncelikle, devletlerle, uluslararası örgütlerin temel organlarının korumada ne gibi bir rolü olduğu ele alınmıştır. İkinci olarak, yasal dayanakları açısından ulusal ve uluslararası koruma karşılaştırılarak, Türkiye′nin sözleşmelere taraf olma açısından karşılaştığı sorunlar ortaya konulmaya çalışılmıştır. Daha sonra insan haklarını koruma mekanizmaları işleyişleri açısından karşılaştırılarak, Türkiye′de insan haklarının korunmasında etkili olan mekanizmalar ortaya konulmuştur. Son olarak, ulusal insan hakları kurumlarının, koruma mekanizmalarının bütünlüğü içindeki önemi vurgulanarak, Türkiye′deki ulusal kurumlar değerlendirilmiş ve bu değerlendirme ışığında Türkiye için nasıl bir ulusal insan hakları kurumu olması yönünde bir öneri ile çalışma sonlandırılmıştır. Çalışmada izlenen yöntem daha çok, pozitif hukuk doğrultusunda, uygulamanın ortaya konulması şeklinde olmuştur. Çalışmanın amaçları doğrultusunda insan haklarının felsefi ve tarihsel boyutuna, sınırlı bir şekilde yer verilmiştir. Uluslararası koruma mekanizmaları incelenirken, başta, koruma mekanizmasına yer veren bağlayıcı nitelikte olan örgütlerin kurucu andlaşmaları ve insan hakları sözleşmelerinden yararlanılmıştır. Bu nedenle koruma mekanizması içermeyen insan hakları sözleşmeleri, müstakil olarak ele alınmamıştır. Bağlayıcı nitelikte olmayan bildiri ve tavsiye kararlarına, koruma mekanizmaları ile olan ilişkileri ölçüsünde yer verilmiştir. Koruma mekanizmalarının yapısı ve işleyişi incelenirken, öncelikle kurucu andlaşma ya da sözleşme hükümleri esas alınmış, ancak denetim organlarınca hazırlanan iç tüzük kuralları ya da yönergelerden de yararlanılmıştır. Çalışmada amaçlanan, koruma mekanizmalarının yapı ve işleyiş olarak insan haklarını korumadaki rolünü belirlemek olduğundan, her bir mekanizmada verilen kararların tek tek ne gibi etki ve sonuçları olduğu üzerin- de durulmamıştır. Uluslararası koruma mekanizmaları, içinde yer aldığı örgütün ana organları ile yakından ilişkili olduğundan, bu ana organların yapısı ve insan haklarını korumadaki rollerine de yer verilmiştir. Uluslararası koruma mekanizmaları ile ulusal insan haklan kurumlarının birlikte incelenmesinin nedeni, insan haklarının korunmasındaki kurumsal yapının üç sacayağından oluşan bir bütün olmasındandır. Türkiye′de koruma mekanizmalarına ilişkin kurumsal yapıyı üç boyutuyla ele alan bir çalışmanın bulunmaması, ulusal kurumları da içine alan bir çalışma yapmamızda etkili olmuştur. Ulusal insan hakları kurumlan kavramı teknik olarak ele alınmış ve bu nitelikte olmayan ulusal kurumların insan haklarını korumadaki rolü incelenmemiştir. Ulusal insan hakları kurumlarına ilişkin uluslararası standartlar belirlenerek, bu standartlar çerçevesinde Türkiye′deki ulusal kurumlar ele alınmıştır. Bu nedenle ulusal insan hakları kurumu dışında kalan sivil toplum örgütleri ve devletin temel organlarına, ulusal insan hakları kurumları ile olan ilişkileri çerçevesinde yer verilmiştir.