Vedat Kitapçılık
Kargo Gönderim Saatleri;
Hafta İçi Saat 16:00 'ya kadar
Cumartesi Saat 11:00 'e kadar
Kartlarına Taksit
Seçeneklerimiz Vardır!
Banka Hesap Bilgilerimiz
Destek
HATTI
0212
240 12 54
240 12 58
Favori
Listenizde
Ürün Yok!
Sepetinizde
Ürün Yok!
Yeni Çıkan Yayınlar:      Mayıs (0)      Nisan (73)      Mart (140)      Şubat (116)

Fenomenoloji ve Hukuk - NİYAZİ ÖKTEM

Fenomenoloji ve Hukuk - NİYAZİ ÖKTEM



Sayfa Sayısı
:  
149
Kitap Ölçüleri
:  
16x23 cm
Basım Yılı
:  
2012
ISBN NO
:  
9789754646467

170,00 TL











GİRİŞ Çağımıza egemen olan idealist ve bağdaştırıcı1 akımlardan çoğu fenomenolojiden kaynaklanmaktadır2. 1-Marx Scheler ve Nicolai Hartmann′ın öncülüğünü yaptığı «Değerler Kuramı», tümüyle feno-menolojinin etkisindedir3. Değerin «sezgi» aracılığıyla algılanması ilkesi4, bu etkiyi özellikle vurgular5. Hukuk Felsefesinin en yaygın akımlarından biri olan «Doğal Hukuk» çağdaş görünümüyle değerler kuramını, büyük ölçüde benimser. Varoluş felsefelerinin çoğu Husserl′in izinden gitmektedir. Bir bi¬linç ve yönelim felsefesi olan varoluşçuluğun temel ilkeleri fenomenolojik kökenlidir6. Emmanuel Mounier, «Introduction aux Existentialismes» adlı yapıtında «varoluş» ağacı şeması içinde, feno-menolojiyi Sartre, Jaspers, Heidegger, G. Marcel′i doğuran düşünce sistemi olarak göstermektedir7. Gerçekten de bir yandan tanrıtanımaz varoluşçuluğun temsilcileri olan M. Heidegger ve Jean-Paul Sartre öte yandan aşkın (transandan, müteal), tanrıcı varoluşçulardan Jaspers, diğer yandan personalist varoluşçu E. Mounier fenomenolojinin etki-sindedir . İnsan gerçekliği, sezgi ve bilinç açısından9 fenomenolojiden en fazla etkilenen düşünür Sartre′dır. Onda da çıkış noktası Descartes′cı Cogito′nun aydınlattığı bilinçtir10. Sartre′da bilinç felsefesi bir özgür¬lük felsefesine dönüşür11. Varoluşçu varlıkbilim (ontoloji) tümüyle fenomenolojiye dayanmaktadır12, nitekim Sartre′rn «L′Etre et Le Neant» adlı yapıtının başlığı da bunu belirtmektedir (Essai d′ontologie phenomenologique). Husserl′le birlikte sezgi yöntemini temel çıkış noktası yapan düşü¬nürlerden biri de H. Bergson′dur13. Nesnelere, «derindeki ben»e, bilin¬çaltına, yani insanın özüne Bergson sezgi aracılığıyla inmektedir. Fenomenoloji bir bilinç felsefesi, dolayısıyla idealist bir felsefe olması nedeniyle marksistlerce eleştirilmiştir. Ünlü marksist düşünür G. Lukacs «Varoluşçuluk veya Marksizm» adlı yapıtında, hem feno-menolojiyi hem de varoluşçuluğu eleştirir. Ona göre bu iki akım, idea-lizm-realizm karşıtlığı karşısında bir üçüncü yol olma sayındadır14. Üçüncü felsefi yol, üçüncü bir siyasal yolla sonuçlanacaktır ki, Lukacs açısından bu olanaksızdır, çünkü fenomenoloji ve varoluşçuluk irrasyonalist ve sezgici tutumlarıyla idealisttir15. Bir başka marksist, Vietnamlı Tran-Duc-Thao «Fenomenoloji ve Diyalektik Materyalizm» adlı yapıtında «Fenomenolojik konulara büyük bir anlayışla eğilerek (...) diyalektik bir tarih ve insan anlayışı içinde nasıl aşılarak bütünlenebileceğini ortaya koymuştur»16. Hukuk Felsefesinde, Almanya′da baba Husserl′in oğlu Gerhard Husserl ve A. Reinach, Fransa′da J-L. Gardies, Paul Amselek, Simone Goyard-Fabre gibi hukukçu filozoflar, hukuku kendilerince Fransa′da öğretim üyesiyken geçen yıllarda genç yaşta ölen hukuk felsefecisi ve toplum bilimcisi Nicos Ar. Poulantzas, Tran-Duc-Thao ve J. P. Sartre′ın etkisinde kalarak, fenomenolojiyi açıklamakta, hukuk anlayışım adeta marksizm, varoluşçuluk, yapısalcılık ve fenomenoloji bağdaşımı üzerinde temellendirmektedir. Çağımızda fenomenolojinin etkilemediği düşünce akımı yok gibi¬dir. Ancak ilginç olan husus, bu denli etkisine karşın fenomenolojinin anlaşılmasının çok güç olmasıdır. Öyle ki bizzat Husserl, dünya yü¬zünde görüşlerini tam anlamıyla anlayabilecek 10 kişinin bulunabile¬ceğini olası görmüyor17. Yorumlar değişik olduğuna göre, o halde ne kadar fenomenolog varsa o kadar fenomenoloji mi var? «Gerçekten de bir tek değil birçok fenomenoloji anlayışı bulunmaktadır, > Fakat ayrıntılardaki bunca ayrıklığa karşın birtakım minumum ortaklaşalarm saptanabileceği» de açıktır. «Zira tersi halde bir fenomenolojiden söz etme olanağı kalİSmazdı ». Kaldı ki bütün fenomenologlar aynı yerden kaynaklanmak¬tadırlar, bu kaynak da Edmund Husserl′dir19. Amacımız, genel fenomenoloji felsefesinin verilerinden yol alarak, hukukun fenomenolojik yorumunu yapmaktır. Doğrudan hukuk felse¬fesini ilgilendiren yanıyla fenomenolojiyi incelemeye çalışsaydık, sanırız anlaşılması gerçekten güç olan sorunlar içinde kalırdık. Feno¬menolojinin «genel felsefesini» açıklamadan, hukuk felsefesine geç¬mek işte bu nedenle sakınca taşımaktadır. Biz de ana hatlarıyla, gerek¬siz ayrıntıya dalmadan önce genel felsefeye değinmeyi yerinde bul¬duk. SUNUŞ Aradan tam 30 yıl geçmiş. Doçentlik tezimi, değerli dostum Dr. Mümin Çevik′in teşvikiyle onun yayınevi Üçdal Neşriyat′ta bastırmı¬şım. Hocalık unvanını yeni ve genç yaşta almanın getirdiği ukalalık ve heyecanla kitabı hukuk çevrelerine yollamaya başlamışım. Ses seda?... Tık yok [...Cumhuriyet Gazetesinin Kitap tanıtım sayfasında kısa bir tanıtım yazısı. Hepsi o kadar. Oysa bu kitap ′doktrini allak bullak etmeliydi!!!′. Fransızca bir özet yazıp, kitapta eleştirisini yaptığım Paul Amselek′e yolladım. Do¬ğaldır ki önem vermedi ve yanıt göndermedi. Komiktim. Belki de ko¬mikliğimin farkındaydım da durumu bugün anlayabiliyorum. O yaş¬larda öyle olunuyor... Felsefe okusan da, değerlerin peşinde koşsan da enaniyet duygusunu, egoyu bastıramıyorsun ′Özü′ anlayamıyorsun. Oysa tez ′ÖZ′ ve anlam üzerine... Aslında ′Öz′ün′ derinliklerine in¬mek her zaman için çok güç. Yaşlansan da... Bilgi dağarcığın artsa da... Ve bir ses... Bir teşekkür mektubu... Yargıtay Üyesi Dr. Sami Selçuk kitabı okuduğunu ve beğendiğini söylüyor. Ayaklarım yerden kesildi. Mutluluktan uçuyordum. Hemen telefona sarıldım. Konuştuk. Biliyordum, kendisi felsefeye meraklı, yabancı dil bilen ender yargı organı mensuplarından biriydi. Dostluğumuz o telefon konuşmasıyla başladı. Yazışmalar, yayınlarımızı birbirimize yollamalar...Bugüne geldik... Dr. Sami Selçuk doçent oldu... Devamlı eserler veriyor. Yargıtay Başkanı unvanını aldı. Adli Yıl açış konuşmaları olay olmaya başladı. ′Ben bu 82 Anayasasının biçimsel ve içeriğe ilişkin meşruiyetini tartı¬şırım′ diyor, kurulu düzen mensupları, vesayetçiler hop oturup hop kalkıyor. Anayasa Profesörü unvanını almış, üstelik Batı Kültürüyle yetişmiş, bugün Milletvekili olmuş şahıslar Sami Hoca′ya ekranlarda kuru bir mantıkla saldırıyorlar. Onlar felsefe bilmeyen, sosyolojik verilere itibar göstermeyen, tarih bilincinden uzak hukukçular. Sami Bey gerçek ve çağcıl hukukçu... Emekli olduğunda Yargıtay Onursal Başkanı Doç. Dr. Sami Sel¬çuk, profesör unvanıyla Bilkent Üniversitesi Hukuk Fakültesinde öğ¬retim üyeliğine başladı. Toplantılarda, panellerde, sempozyumlarda buluşuyoruz. ′Kuzum Niyazi Bey şu Fenomenolojiyi yeniden toparla da bastıralım′ ısrarları karşısında bir yandan ′Kim takar fenomenolojiyi′ desem de Yargıtay Onursal Başkanının sc/leri beni onurlandırıyordu. ′Bir şartla′ dedim, ′önsözünü′ siz yazarsanız. Ve böyle oldu. Aradan çok zaman geçmişti. Çalışmamı yeniden ele aldım. Dü¬zeltmelere başladım, ilaveler yaptım. Tezi yeniden okurken, fenome-nolojik yaklaşımın benim bilimsel formasyonumu etkilediği kadar dünya görüşümü de belirlediğini gördüm. Evreni galiba fenomenolojik yöntemin verileriyle algılamaya çalışıyor, olay ve olguları madde-mânâ, ide-madde etkileşimi bağlamında ele alıyorum, böyle değerlen¬diriyorum. Hukuk olayında da üç boyutluluk (norm-sosyal olgu-etik değer) fenomenolojik bir yaklaşımdır. Bu yaklaşımı bendeniz hocam Prof. Dr. Tarık Özbilgen′den kapmıştı. Tezde sadece Tarık Hoca′nın ağır¬lıklı etkisi dışında, rahmetli Hocam Prof. Dr. Orhan Münir Çağıl ve beni İ.Ü.H.F. Hukuk Felsefesi ve Sosyolojisi Kürsüsüne alan Prof. Dr. Vecdi Aral′ın etkilerini fark ettim, onlara minnettarım. Düzeltmeleri ve ilaveleri yaptım, Sami Hoca′yı aradım. Ve o he¬men devreye girdi. Bir iki yayınevi teması. Sonunda kısmet Yetkin Yayıncılıktaymış. Başta beni teşvik eden, önsöz yazma lütfunda bulunan ağabeyim Prof. Dr. Sami Selçuk, Yetkin Yayıncılık mensupları Muharrem Başer olmak üzere bana yardımcı olan, manen destekleyen tüm dostlarıma teşekkürü bir borç bilirim. Prof. Dr. Niyazi Öktem Doğuş Üniversitesi Hukuk Fakültesi Üsküdar Mart 2012 ONSOZ Bir topluluğun/halkın toplum; bir toplumun ulus; bir ulusun uygar-ulus olabilmesi için kimi koşulları taşıması ve süreçlerden geçmesi gerekir. İnsan yığınından oluşan bir topluluk, ancak yurt, tarih, dil bilincine ulaştığında bir topluma, bir ulusa dönüşebilir. Bu ulus, eğer hukuk bilincine ulaşabilirse, işte o zaman da uygar bir ulus olur. Bu uygar toplum, uygar ulus anlayışı, çeşitli toplumlarda ve diller¬de küresel boyutlu bir özdeyişle dile getirilmiştir: Latince′de "justitia est fundamentum regnorum", Arapça′da "el adl-ü essas-ül mülk", Türkçe′de "adalet mülkün temelidir". Peki, Türk toplumu, ulusu; barışın, kardeşliğin, güvenliğin ve bü¬tün erdemlerin, mülkün temeli olan adalet düzenine neden bir türlü ulaşamamaktadır? Neden Türkiye sürekli bir adalet, hukuk, yargı bu¬nalımı yaşamaktadır? Neden yargı, hem topluma yetmiyor, sorunları çözemiyor, hem de kendini yenileyemiyor? Oysa Atatürk′ün gerçekleştirdiği hukuk devrimi büyük bir iddia ve amaç ile yola çıkmıştı. Nitekim bu amaç, İsviçre′den alman, toplum¬sal ve bireysel ilişkilerde derin bir değişimi gerçekleştirecek olan Türk Yurttaşlar Yasası′nın (T. Medeni Kanunu) gerekçesinde şöyle dile getirilmişti: "Çağcıl uygarlığı almak ve benimsemek kararıyla yürüyen Türk ulusu, çağcıl uygarlığı kendisine değil, çağcıl uygarlığın gerekle¬rine her ne pahasına olursa olsun kendisi ayak uydurmak zorundadır." Gerekçede yer alan bu tümceler; Atatürk devriminin, dolayısıyla hukuk devriminin amacını çok çarpıcı biçimde açıklamaktadır. Yerle¬şik düzene geçememiş, okur yazar oranı çok düşük, kentleşememiş bir topluma en yüksek uygarlık değerlerini yakalamış bir toplumun Ya-sa′sı ve dolayısıyla hukuku uygulanmak suretiyle, toplum çağcıl uy¬garlığa taşınacaktır. Ancak bu yapılırken, bu hukuk asla toplumun düzeyine indirilmeyecek; tersine toplum bu hukukun düzeyine yüksel¬tilecek; böylece Batı yasaları ve dolayısıyla Batı hukuku çağcıl uygar¬lık değerlerini yakalamada devrimci bir kaldıraç işlevi görecektir. Bu amaçla Türk Yurttaşlar Yasası′nın yanı sıra Batıdan birçok te¬mel yasa daha alınmıştır. Atatürk, seçimlerini doğru yapmış ve bu amaca ulaşmak için hukuku kullanmıştır. Bu köklü ve ansızın yapılan bir kültür aşılama (haraset-i kültür, acculturation) ya da öğreti aşılama (endoctrinement) olgusudur. Ancak onca çabaya karşın bu amaç gerçekleşememiştir. Yaşananlarla yüzleşenler, bu başarısızlığı açıkça görüyorlar ve dile getiriyorlar. Yansıyan şu olgular hemen göz çarpmaktadır. Olaylar arasında hiçbir zaman bire bir örtüşme, çakışma, özdeşleşme olamaz. Tersi gö¬rüş, eşyanın doğasına ve mantık yasalarına aykırıdır. Bu doğa ve man¬tık yasalarım bilmek için derinlemesine bilgiye de gerek yoktur. Ama Türkiye′de derin araştırmaların ürünü olmayan kısa ömürlü ve üstelik az çok benzer olaylarla ilgili görüşler, "örnek/emsal yargısal görüş" (içtihat) olarak algılanmakta, günümüzde Türk hukukçusu, bunların bolluğunun gevşetici rahatlığını ve kolaycılığını yaşamakta, yaratıp çoğalacak yerde, olumsuz bir durgun şişkinlik (stagflasyon) olgusunun içinde yitip gitmekte, gereçlerine, malzemelerine bile egemen olama¬maktadır. Binlerce yargı kararının alt alta dizilmesiyle her yıl yayım¬lanan derleme kitaplar, bilimsel incelemelerin yerini almakta; uygu¬lamacılar hazır, komprime ve birbirini çürüten olaylara ilişkin kararla¬rın ardına düşerek yargısal hükümler oluşturmaya boşu boşuna çabala¬maktadırlar. Bunun sonucu olarak, yayımlanan bilimsel yapıtlara hiç¬bir değer verilmemekte; adeta kötü paranın iyi parayı kovması gibi bir olgu yaşanmaktadır. Oysa öğreti, o kurumun, kavramın, kuralın nasıl uygulanacağını açıklayan somut ve bilimsel öneriler içerir. Batıda uygulama ile öğretinin çoğu kez aynı doğrultuda yürümesinin nedeni budur. O yüzden Batıda bilimsel yapıtlar, çok baskı yapmakta ve uy¬gulamacının vazgeçilemez gereci olmaktadır. Ülkemizde yaşanan bu ters durum, tam bir kısır döngüdür ve hukukta katılaşmaya, sık sık patinajlara, sürçmelere; zamanı yiyip tüketen tekdüzeliğin onarıİmaz israfına yol açmakta, karşılaştırmalı hukuktan yararlanmayı da önleye¬rek, hukuku batılı kökeninden koparmakta ve aile içi evlilik hastalıkla¬rıyla sakatlamış bulunmaktadır. Kısaca son çözümlemede Türk uygulamasında hukukun insan, ruh ve bilim boyutu yitmiş, şeyleşme (reification) başlamıştır. Bu türden olgular yeni açmazları kışkırtmaktadır. Bunların en kötü sonucu da şu olmaktadır: Türkiye, yasa kotarırken, yorum yaparken, bilimi uygulamaya aktaracak yerde, uygulamayı bilimselleştirme ça¬balarının olumsuz ve boş örneklerini sergilemektedir. Yaşanan özünde tam anlamıyla bir bunalımdır. Buna karşılık, 19. yüzyılın sonlarına doğru Batı hukukunu benim¬semeye çabalayan Japonya, sadece yasayı değil, hukuku da gövdesiyle ve kökeniyle almasını başardığı için hukuk devriminde ve uygulama¬sında çok başarılı olmuştur. Japon hukuk devrimi örneği iyi algılanmalıdır. Kanımca bu bunalımın temelinde Batr hukukundaki kurumların, ilkelerin, özellikle de kavramların doğru algılanmaması ve dolayısıyla uygulamaya doğru yansıtılamaması gerçeği yatmaktadır. Japonya bu¬nu yaşamamıştır. Çünkü hukukun iç dilini oluşturan kavramların içe¬rik ve sınırlarını doğru belirleyebilmek için onların çoğunu Japonca yeterliyse çevirmiş, değilse olduğu gibi almış, dahası yazmaya yetme¬yince abecesine yeni harfler eklemiştir. Ayrıca batılı yasaları uygula¬maya geçmeden önce batılı hukuk ve kavramlarını özümseyen hukuk¬çular yetiştirmiştir. Türkiye bunları yapmamıştır. Bu nedenle de hukukun gövdesine sızamamış, köklerine inememiştir. Dahası Türk insanının uygulamasına sunulan yasalar; Aydınlanma yüzyılı felsefesinin kökü, gövdesi olan hukuk değil, o felsefenin ve hukukun sadece meyveleridir. Felsefenin beslediği kök ve gövde Batı¬da kalmış; meyvesinin tüketilmesi ise doğuluca ve dolayısıyla yetersiz olmuştur. Aydınlanma felsefesini yaşamadığı ve özümsemediği için Türk in¬sanı ve hukukçusu, günümüzde bile her alanda ve hukukta ivecen, kolaycı, geçici ve günübirlik çözümlerle yetinmekte; köklere ve derin¬lere inememektedir. Toplumun belleği, söylencelere (mitos) dayan¬maktadır. Söz ve mono toplumundan yazı ve dia toplumuna tam anla¬mıyla geçilememekte; görüşler, inançlar kuşaktan kuşağa başkalaşım¬lara uğrayarak aktarılmaktadır. Kuşkuculuk, Kartezyen usavurma, diyalektikle beslenemeyen bir kültür kuşatılmışlığı yaşanmaktadır. Bu kuşatma, toplumsal gelişmenin dinamizmi olan eleştiri ve tartışma kültürünün gelişmesini engellemektedir. Geçimli olmak ile hazır gö¬rüşlere uyumculuk ve eleştiriden kaçınma özdeş sayılmakta; eleştirinin kamu ahlakına giren bir toplumsal ödev olduğu unutulmakta; eleştiri vazgeçilebilir bireysel bir hak olarak görülmektedir. Dolayısıyla eleş¬tiri ve eleştirel bakışın üreteceği çözümler, birilerinin hatırı için sürgit ertelenmektedir. Öğretimde yaşananlar da aynı doğrultudadır. Her aşamadaki öğre¬timde; kuşkulanan, sorgulayan, derinlere inen, söylencelere (mitos) değil, her kez yazılı/somut gerçeklere (logos) dayanan, tartışan kuşak¬lar yetiştiği, "duygu-yoğun, mitos toplumu"ndan "akıl-yoğun, logos toplumu"na geçildiği bugün de söylenemez. Türkolog Martin Hartmann′ın 1909′daki şu sözleri, görünen o ki, bugün de geçerlidir: "Eleştiriye kapalılık, Türklerin değiştirmeleri gereken eski yetersizliklerinden biridir". Bu genel değerlendirmelerden konumuza dönersek, söylemek zo¬rundayız ki, hukuk, bıkıp usanmaksızın tartışmak demektir. Ancak bu, ezbere, belleğe dayanan bir tartışma değil, kitap, arşiv gibi yazılı kay¬naklara yaslanan bir tartışmadır. Hukukçularımız bu alışkanlığı edin-medikçe, batılı (çağcıl) yasaların doğuluca uygulanması sürecektir. İşte bütün bunlar, yöntemler, akımlar, batılı düşünce dünyasına fel¬sefeyle girdi. "Felsefe, demişti, Nietzsche, çıplak bir tanrıça olmalı; bilginler monologu, gizli bir okul gizemi ve akademik yaşlılarla akademik gençler arasında olup biten zararsız, tehlikesiz bir gevezelik olmama¬lıdır". Ne var ki, özellikle ülkemizde felsefe gereksiz bir kurgu, hatta boş lakırdılar öbeği olarak görülmüştür. Bu huyumuzdan bugün de vaz¬geçmiş değiliz. Batı kökenli yasalarımızı yanlış uygulamamamızın temelinde ya¬tan neden de kanımca budur. İşte biz Türkler bunalımın temelinde yatan felsefe kültürünün ye¬tersizliğinden ucun ucun söz ederken, Aydınlanma felsefesi geride bırakılıp aşılırken Husserl, 20. yüzyılın ilk yarısında Avrupa dünya¬sında yaşanan bir başka bunalımdan yola çıkıyor ve çözümü aşkın-sal fenomenolojinin kurulmasında buluyordu. Husserl′e göre ilk felsefe, metafizik değil, kendi haklılaştırmasım mutlak kanıttan çıkaran bir kuramdır. Husserl, doğalcı nesnelcilik ile aşkınsal öznelcilik (sübjektivizm) arasında çağında yaşanan karşıtlığı irdelemektedir. Evrensel ve nesnel olma iddiasıyla matematik ve fizik bilimlerine özgü yaklaşım eksenine oturtulan dönemindeki bilim anlayışını sorgulamaktadır. Ona göre, Galilei doğayı matematikleştirmiş, doğalcı yaklaşımıyla bilimin işle¬vini teknikleştirmiş, ancak öznelliği dışlamış, bilimin anlamının içini boşaltmıştır. Bunun sonucunda yaşam dünyası unutulmuştur. Avrupa biliminin gelişmesinde akılcılık ve nesnelciliğin katkıları olmakla bir¬likte, ona göre Avrupa temel mantığı (ratio) üzerinde Avrupa′nın özü¬nü, "manevi biçimi"ni etkin kılmak gerekir. Husserl, ikici (düalist) yaklaşımın doğa bilimi anlayışının ve o dönemde fiziğe bağımlı akılcı¬lığın oluşumundaki belirleyici işlevini, doğalcı tutum ile düşünümsel (reflexion) tutumu ayırarak yaşam dünyasının aşkmsal fenomenolojik felsefeye gidecek yolunu araştırmıştır. Husserl, yaşam dünyasını yo¬ğunluklu olarak çözümlemeye girişmiştir. Doğalcılığı, özelde doğalcı¬lığın büyüsüne kapılan insanbilimlerini ve bunlara yaklaşan tarihselci-liği de acımasızca eleştirmiştir. O, Avrupa insanlığının kurulması ile modern felsefenin kurulması arasındaki koşutluğu vurgulamakta, felsefede yaşanan bunalımı, felse¬fe dünyasının birimleri olarak bütün çağdaş bilimlerin bunalımı olarak görmektedir. Düşünüre göre, aynı durum olgucu (pozitif) bilimler açı¬sından da geçerlidir. Onun çığlığı, yaşananlar karşısında somut olaylardan, olgulardan, gerçeklerden (realite) yola çıkılarak ve bütün bunların derinlemesine incelenmeksizin, köklerde yatan etkenler kavranmaksızın çözümleme¬ler yapılıp yapılmayacağının sorgulanmasını yansıtmaktadır. Düşünü¬re göre, sağlıklı çözümlere ulaşmak için gün yüzüne çıkanlarla, görü¬nümlerle yetinmemek gerekir. Burada ortaya çıkan sorun şudur: De¬rinde yatan etkenlere ulaşmak için bilimin kökenine nasıl inilecektir? Bilimin gücü, sınırları, evrensel kuralları buna yeterli midir? Sanıyorum, bu sorulara Hussel′in yanıtını, şöyle özetlemek ola¬naklıdır: Fenomenoloji, biçimsel yaşamın günübirlik ve tekdüzeliği içinde kendi gereksinmelerini karşılamaya çabalayan sıradan insanlara değil, düşünen, bilge, aydın beyinlere seslenen bir öz felsefesidir. İşte tam bu noktada değerli kardeşim Prof. Niyazi Öktem, 1980′li yıllara girilirken Türk hukuk dünyasını uyandıracak ve canlandıracak olan bir konuyu doçentlik tezi olarak seçmişti: Fenomenolojinin hu¬kuk dünyasına yansıma biçimi. Bu açıdan hukukun özü sorunu. Sayın Öktem, kaynaklara inmekle yetinmedi. Bunun için yurt dışı¬na gitti. Fransa′da fenomenolojinin usta düşünürleriyle tartıştı. Poulantzas sağdı. Onunla görüştü. Aynı konuyu irdeleyen Amselek sağdı. Onunla görüşmekle kalmadı. Değişik sonuçlara ulaştıkları için o sıra dışı Fransızca′sıyla ki kendisi, bu gerçeğin dile getirilmesine her zamanki alçakgönüllülüğüyle ve yalmlılığıyla karşı çıksa da-Amselek′le uzun uzun tartıştı. Felsefe, bilinçli soru sorma sanatıdır. Nitekim "Felsefeyi felsefe yapan, diyordu Kari Jaspers, doğruyu aramasıdır, doğruya sahip ol¬ması değil... Felsefe, yolda olmak demektir. Felsefenin soruları, yanıt¬larından daha önemlidir, temeldir; her yanıt bir soru doğurur." Bu ne¬denle AmseJek ile değerli Oktem′in benzer sorulara başka başka yanıt¬lar vermeleri elbette doğaldır. Öyle ya, "herkesin Kant′ı kendisine" (Albert Einstein), Husserl′i de. Sonuçta onca çabanın ürünü ve her tümcesi özet bir özdeyişi yansı¬tan elinizdeki yapıt ortaya çıktı. Bu yapıtı bir kez okumaya görün. Sarsılacaksınız. İçine girebilmek için yeniden daha bir dikkatle okuyacak ve derin düşüncelere dalacaksınız. Türk hukukunda yaşanan bunalımın nedenlerine eğilmek gereğini duyacak, ilk satırlarda değindiğim sorulara yanıtlar aramak zorunda kalacaksınız. Topluma karşı sorumluluğunuz artacak, eksikliklerinizi duyumsayacak, gücünüzü ve umudunuzu artıracaksınız. Bunları ben yoğun biçimde yaşadım. Onu kitaplığımın rastgele bir köşesinde değil, bir sözlük gibi, hep çalışma masamın üzerinde tuttum. Değişik tarihlerde yeni baştan oku¬yarak yansıtılan görüşlerle düşünmeye çalıştım. Kitabın yeni baskısı yapılırken, benden bir önsöz yazmamı istedi¬ğinde ise, dostluğu ayrıcalıklı kılan ve beni taçlandıran bu önerisinden dolayı büyük mutluluk ve şükran duydum. Türk hukuku, Prof. Niyazi ÖKTEM′e gönülden borçludur, "min¬nettardır". Ümitköy/Ankara Şubat 2012 Prof. Dr. Sami SELÇUK Eski Yargıtay Başkanı Bilkent Üniversitesi Öğretim Üyesi İÇİNDEKİLER Birinci Bölüm FENOMENOLOJİK AKIMIN GENEL FELSEFESİ I- GENEL OLARAK 31 A- DEYİM SORUNU 31 B- FENOMENOLOJİNİN AMACI 32 1- Felsefeyi Apaçık, Kesin, Değişmez, Tümel, Evrensel Bir Bilim Haline Getirmek 32 2- Psikolojizme Karşı Oluş 34 3- Safdil Realizm ve Natüralizme Karşı Oluş ve Felsefenin Önemi 37 II VARLIK VE ÖZ 39 A- ÖZÜN ÖZELLİKLERİ 39 B- ÖZÜN PLATONCU ÖZDEN FARKI 41 C- EİDOS 42 III BİLGİ KURAMI 44 A- BİLİNCİN TELEOLOJİK (GAİ, AMAÇSAL, EREKSEL) TUTUMU 45 B- BİLİNEBİLİRLİLİK — HEGELCİ AKIL VE FENOMENOLOJİ 45 C- KESİN BİLGİ EDİNMEDE BİLİNCİN ROLÜ 47 D- BİLİNÇ VE KANT FENOMENOLOJİ İLİŞKİLERİ 48 E- BİLGİ EDİNMEDE SÜREÇ VE YÖNTEM 50 1- Yönelimsellik 50 2- Ayraca Alma ve Fenomenolojik İndirgeme 52 a) Ayraca Alma 52 b) Cogito ve Ayraca Alma 53 c) Fenomenolojik İndirgeme 55 aa) Nesneye ilişkin indirgeme 56 bb) Özneye ilişkin indirgeme 57 F- KESİN BİLGİ EDİNMEDE SEZGİ 58 IV- DEĞER VE FENOMENOLOJİ 60 A- ÖZ VE DEĞER 60 B- DEĞERLENDİRMENİN ZORUNLULUĞU ....62 C- DEĞER VE DİŞ KOŞULLAR 63 V- FENOMENOLOJİYE İLİŞKİN SORUNLAR 64 A- SOLİPSİZMDEN NE ÖLÇÜDE KURTULUNUYOR? 64 1- «Saf Ben» Aslında Psikolojik Ben mi? 64 2- Solipsizmden Kurtulma ve Başkaları 65 B- SEZGİNİN MAHİYETİ 68 C- REALİZM — İDEALİZM BAĞDAŞIMI 70 D- DÜŞÜNEN KAFALARIN — AYDINLARIN FELSEFESİ 70 E- ÜÇÜNCÜ YOL MU? 71 F- FELSEFEDEN SOSYAL BİLİMLERE GEÇİŞ 72 İkinci Bölüm FENOMENOLOJİK AKIMIN HUKUK FELSEFESİNE YANSIMASI I- HUKUK FELSEFESİ VE HUKUKA İLİŞKİN DEĞİŞİK OKULLARIN «ÖZ» ARAYIŞLARI 73 A- FELSEFE VE HUKUK FELSEFESİ 73 1- Felsefe ve Hukuk Felsefesinin Mahiyeti 73 2- Felsefe ve Hukuk Felsefesindeki Ana Çatışkı 75 B- HUKUKA İLİŞKİN DEĞİŞİK OKULLARIN ÖZ ARAYIŞLARI 75 1- Hukuka ilişkin Değişik Okulların Değişik Hareket Noktalan 75 2- Hukuka İlişkin Değişik Okulların Öz Anlayışları 76 a) Norm Açısından 76 b) Sosyal Olgu Açısından 77 c) Etik Değer Açısından 78 II- FENOMENOLOJİNİN ÖZE YÖNELİŞ YÖNTEMİNİN HUKUKA UYGULANMASI 79 A- BİR HUKUK BİLİMİ VE HUKUKSAL ONTOLOJİNİN KURULMASI 79 B- HUKUKUN ASLINA İNİŞ, HUKUKUN NE OLDUĞUNUN ARAŞTIRILMASI 81 C- HUKUKUN EİDETİK ÖZLERİ 82 1- «Olması Gereken» özü 83 2- Eylemsel Realite: Olay 84 3- Biçimsel Realite 84 4- Hukuk ve Saf Düşünce (Saf Akıl - İde), Ne Basit Bir Teknik (Biçimsel Realite),Ne Basit Duyumsal Deneydir (Eylemsel Realite); Bunların Hepsidir 85 D- HUKUK MADDESEL ELEMANLARA İNDİRGENEMEZ 86 1- Fenomenolojik Hukuk Anlayışı - Psikolojizm, Siyantizm, Sosyolojizm, Natüralizm ve Tarihselciliğe Karşıdır 86 a) Fenomenolojik Hukuk Anlayışının Psikolojizme Karşı Oluşu 87 b) Fenomenolojik Hukuk Anlayışının Sosyolojizme Karşı Oluşu 88 c) Fenomenolojik Hukuk Anlayışının Natüralizme Karşı Oluşu 89 d) Fenomenolojik Hukuk Anlayışının Tarihselciliğe Karşı Oluşu 91 2- Maddesel Elemanları Aşma 91 E- HUKUKTA YÖNELİMSELLİK - BİLİNÇ VE FENOMENOLOJİK İNDİRGEME 92 1- Hukukta Yönelimsellik ve Bilinç 92 2- Hukukta Fenomenolojik indirgeme 94 a) Hukuk Nesnesine ilişkin indirgeme 94 b) Hukuk öznesine ilişkin indirgeme 95 3- Değişik Hukuk Fenomenolojilerinin Değişik indirgeme Anlayışlarından Kaynaklanması 95 III- HUKUKUN ÖZÜ NORMDUR ANLAYIŞI 96 A- GENEL OLARAK 96 B- PAUL AMSELEK VE KELSEN′CÎ FENOMENOLOJİ 97 1- Hukuku Hukukötesi (Metajüridik) Elemanlardan Arındırmak 97 2- Amselek′e göre Fenomenolojik indirgeme ve Yanlış Fenomenolojik Hukuk Yorumları 99 3- Hukukun Üçlü Özü, Ağırlığın Normda Oluşu 100 4- Amselek′in Norm Anlayışı 101 a) Norm ve Olay 102 b) Norm, Buyuruculuk ve Etik Normlar 102 c) Normun Buyuruculuğu ve Kamu 103 d) Norm ve Toplumsal iyi 103 5- Paul Amselek′in Eleştirilmesi 103 a) Kelsen E. Husserl Farkı 103 b) Amselek′deki Çelişkiler 106 aa) Ahlâk Açısından 106 bb) "Toplumsal İyi" Açısından 107 IV- HUKUKUN ÖZÜ ADALETTİR ANLAYIŞI 108 A- HUKUKTA AKSİYOLOJİ - HUKUK BİR DEĞERLENDİRMEDİR 109 B- HUKUK TELEOLOJİK DÜŞÜNCEYE OLANAK SAĞLAR .111 1- Finalite ve Amaca Bağlılık 111 2- Hukukun işlev ve Gayesi 112 C- YENİ BİR DOĞAL HUKUK ANLAYIŞI MI? 114 1- Doğal Hukuk ve Doğal Hukukun Yeniden Doğuşu 114 a) Doğal Hukuk 114 b) Tarihte Doğal Hukuk 115 c) Doğal Hukukun Yeniden Doğuşu 116 2- Doğal Hukuk ve Fenomenoloji 118 V- HUKUKUN ÖZÜ TOPLUMSAL REALİTEDİR ANLAYIŞI 119 A- TOPLUMSAL OLAYLARDA EİDETİK METOD 120 1- Olay ve Topluma Aşkın Birey 120 2- Hukukun Reel Kaynağı Sosyal Olgu 122 B- HUKUKTA ÎDEALİTEYLE BİRLİKTE REALİTE 122 VI- HUKUKUN KENDİNE ÖZGÜ «A PRİORλ BİR ÖZÜ VARDIR ANLAYIŞI 124 A- DOĞA BİLİMLERİ, MATEMATİK VE A PRİORİ 125 B- HUKUK VE A PRİORİ 126 C- A PRİORİCİ FENOMENOLOJİNİN MAHİYETİ 128 1) Reel-îdeal ilişkileri 128 3) A Priorici Hukuk Anlayışı Doğal Hukukun Yeniden Doğusu Akımları içinde Ele Alınabilir 130 D- KENDİNE ÖZGÜ ÖZDEN EŞYANIN DOĞASINA GEÇİŞ ...131 1- Klasik Düşüncede Eşyanın Doğası 131 2- Modern Çağlarda Eşyanın Doğası 132 3- Günümüz Düşüncesinde Eşyanın Doğası 133 4- Eşyanın Doğasında Olgu-Değer Birliği Varoluşçuluğa Götürür 134 a) Olan-Olması Gereken Birliği 134 b) Değer-Olgu Birliği 135 c) Değer ve İnsan 136 SONUÇ 139 BİBLİYOGRAFYA 143