Vedat Kitapçılık
Kargo Gönderim Saatleri;
Hafta İçi Saat 16:00 'ya kadar
Cumartesi Saat 11:00 'e kadar


Banka Hesap Bilgilerimiz
Destek
HATTI
0212
240 12 54
240 12 58
Favori
Listenizde
Ürün Yok!
Sepetinizde
Ürün Yok!
Yeni Çıkan Yayınlar:      Temmuz (6)      Haziran (37)      Mayıs (99)      Nisan (47)

Borçlar Hukukunda Doğrudan Temsil

Borçlar Hukukunda Doğrudan Temsil



Sayfa Sayısı
:  
576
Kitap Ölçüleri
:  
16x23 cm
Basım Yılı
:  
2010
ISBN NO
:  
9786055865580

80,00 TL

Bu ürün şu anda stoklarımızda yok!
Yazarın diğer ürünlerine gözatmanızı tavsiye ederiz...









GİRİŞ


Temsil modern hayatın vazgeçilmez bir kurumu olarak karşımıza çıkmaktadır. Temsilin bugün bütün modern hukuk sistemlerinde büyük bir öneme sahip olduğu açıktır. Bu kuruma başvurmak çoğu zaman bir ihtiyaç teşkil etmektedir. İşlerin çokluğu, belirli bir yerde bulunmama, ekonomik işbölümü, bilgisizlik gibi fiili ya da fiil ehliyetinden yoksunluk gibi hukuki engeller gereğince kişiler birçok durumda bir hukuki işlemi kendi başlarına yapmak olanağından yoksun olabilmektedirler. Günümüzde iş hayatı zorunlu bir iş bölümüne dayanmakta ve hukuki işlemlerin yapılması da ister istemez farklı kimselere terk edilmek zorunda kalınmaktadır.


Basit bir örnek vermek gerekirse, temsil kurumu olmasaydı, 3-4 katlı büyük bir alışveriş mağazasmdaki tüm işlemlerin bizzat işletme sahibinin kendisi tarafından yapılması gerekeceği açıktır. Hatta bu alışveriş mağazasının bir mağazalar zincirinin parçası olduğu düşünüldüğü zaman, bu zincire dahil olan tüm mağazalar aynı kişi tarafından işletiliyor olacağı için, bunun doğal sonucu olarak da tüm bu mağazalardaki işlemlerin bizzat söz konusu işletme sahibi tarafından gerçekleştirilmesi bir zorunluluk olarak karşımıza çıkacaktır. Bu örnek de göstermektedir ki, bugün ticaret hayatının bu derece gelişmesinde temsil kurumunun çok önemli ve vazgeçilmez bir rolü bulunmaktadır. Temsil kurumu olmasaydı bugün ticaret hayatının halen daha küçük esnaf işletmeleri aracılığı ile yürümeye devam edeceğini söylemek mümkündür.


Temsil olgusu bugün için bizlere çok doğal gelse de temsil kurumu ancak uzun bir gelişimin sonucu olarak ortaya çıkabilmiştir. Bir kimse-nin başka bir kimse adına hukuki işlemler yapabilmesi nispeten yeni bir anlayışın ürünüdür. Örneğin Roma Hukuku′nda özellikle borçlandırıcı işlemler alanında temsilin kural olarak kabul edilmediği görülmektedir1. Bu dönemde borçlandırıcı işlemler yapmak şahsa sıkı sıkıya bağlı bir hak olarak görülmektedir2. Bu nedenle de Roma Hukuku′nda sadece dolaylı temsil ilişkisi kabul edilmiştir3. Doğrudan temsilin ilk teorileri 17. yüzyılda ortaya atılmaya başlanmış ise de4, bu kurumun gerçek anlamda 18. yüzyılda Pandekt Hukukunda doğduğunu söylemek yanlış olmayacaktır5. Ancak o dönemlerde temsil ve vekalet kavramları henüz birbirinden ayrılmış değildir, temsil yetkisi vekalet sözleşmesinin bir parçası olarak kabul edilmektedir6. Temsil yetkisinin ve vekalet sözleşmesinin farklı kavramlar oldukları ilk kez 19. yüzyılda Laband tarafından ortaya konulmuştur.


Bugün için özellikle iradi temsilin, irade özerkliğinin doğal bir sonucu olduğu kabul edilmektedir7. Bir kimse hukuki sınırları aşmamak kaydıyla hukuki ilişkilerini düzenlemekte serbest olduğuna göre, bu sonucu elde etmek üzere bir temsilciyi yetkilendirmesi de mümkün olabilmelidir. Böylece bu yetkilendirme ile birlikte temsil olunanın hukuki iktidar alanı da genişlemiş olmaktadır8.


Günümüzde temsil çok geniş bir uygulama alanına sahiptir. Borçlar Kanunu′nda yer alan temsile ilişkin hükümlerin sadece Borçlar Hukuku alanında değil, başta Medeni Hukukun diğer dalları olmak üzere, TicaretHukukunda, İş Hukukunda ve Usul Hukukunda da geniş bir uygulaması bulunmaktadır. Borçlar Hukuku′nda yer alan temsile ilişkin hükümler özel bir hüküm mevcut olmadığı sürece ve söz konusu hukuk dallarının bünyelerine uygun düştüğü sürece bu alanlarda da uygulama alanı bulacaktır. Ancak bu çalışma sadece iradi temsil ilişkisini ele almaktadır. Bu nedenle özellikle Aile Hukuku ve Miras Hukuku alanlarında görülen kanuni temsil ile tüzel kişilerin organları çalışmanın kapsamı dışında kalmaktadır. Bunun yanı sıra dolaylı temsil ilişkisi de bu çalışmada ele alınmayacaktır.



Temsil üçlü bir ilişkidir ve tüm üçlü ilişkilerde olduğu karmaşık bazı hukuki sorunları da beraberinde getirmektedir. Ancak bu sorunların çözülmesinde bütün temsil hukukuna hakim olan güven ilkesi gözden uzak tutulmamalıdır. Güven ilkesinin temsil hukukunda iki görünümü vardır. Birincisi temsil olunan ve temsilci arasında yoğun bir güven ilişkisi kurulmaktadır. Bu husus özellikle temsil yetkisinin sona ermesinde önem kazanmaktadır. İkincisi ise üçüncü kişinin, hatta zaman zaman temsilcinin güveninin birçok halde açık kanun hükmü ile korunmuş olmasıdır. Borçlar Kanunu′nun 33. maddesinin 3. fıkrasının, 34. maddesinin 2. fıkrasının, 36. maddenin 2. fıkrasının, 37. maddesinin ve hatta 39. maddesinin hep bu yönde hükümler olarak değerlendirilmesi mümkündür.


Borçlar Kanunumuz doğrudan temsil kurumunu 32. ile 40. maddeler arasında düzenlemiş bulunmaktadır. Esasen bu çalışmada da büyük oranda bu hükümler esas alınmış durumdadır. Ancak Borçlar Kanunumuzun çeşitli yerlerinde temsile ilişkin başka düzenlemeler de yer almaktadır. Bunların başında ticari mümessiller ve diğer ticari vekillere ilişkin 449. vd. maddeleri gelmektedir. Ayrıca her ne kadar bugün için temsil ilişkisinin vekalet sözleşmesinden soyut olduğu kabul edilmekte ise de, bu ikisi arasındaki yakın ilişki gereğince, vekalet sözleşmesine ilişkin bazı hükümler temsil ilişkisi bakımından da önem kazanmaktadır. Bu hükümlerin yanı sıra özellikle Türk Ticaret Kanunu′nda yer alan ve Borçlar Kanunumuzun düzenlemelerine istisna teşkil eden hükümlere de yer verilmiş bulunmaktadır.


Türk Borçlar Kanunu Tasarısı bu kitabın baskıya girmekte olduğu günlerde Türkiye Büyük Millet Meclisi′nin Genel Kurulu′nda görüşülmeye başlanmıştır. Bu nedenle de söz konusu Tasarı hükümlerinin mevcut Borçlar Kanunumuzun düzenlemeleri ile karşılaştırmalı olarak ele alınması adeta bir zorunluluk olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu düşünceden hareketle ilgili yerlerde hem Tasarı′nın getirdiği farklılıklara değinilmiş, hem de sistemin aynen muhafaza edildiği yerlerde de bu durumun açıkça belirtilmesi yoluna gidilmiştir. Ancak hemen ifade etmek gerekir ki, Tasarı, temsil konusunda dilin sadeleştirilmesi dışında önemli bir değişlik içermemektedir. Sadece birkaç noktada ufak bazı düzeltmeler yapılmış, bunun dışında sistem büyük oranda muhafaza edilmiştir. Hatta mevcut Borçlar Kanunumuz açısından oldukça tartışmalı olan noktalarda dahi söz konusu tartışmaların açık bir hükümle sonlandırılması yolunun tercih edilmemiş olduğu görülmektedir.


Bu bağlamda Common law ve Civil law sistemleri arasında hukukun uyumlaştırmasım sağlamayı amaçlayan Milletlerarası Ticari Sözleşmelere İlişkin İlkeler′in9 (UNIDROIT İlkeleri - PICC) getirdiği düzenlemelerin de dikkate alınmasında fayda bulunmaktadır. Bağlayıcı nitelikte olmayan UNIDROIT İlkelerinin amacı ve uygulama alanı İlkeler′in giriş bölümünde sayılmıştır. Buna göre, UNIDROIT İlkeleri, öncelikle tarafların aralarındaki sözleşmede bu hususu açıkça kararlaştırmaları veya aralarındaki sözleşmenin genel hukuk ilkeleri ya da Lex Mercatoria′ya10 tabi olacağım öngörmeleri hallerinde uygulanabilecektir. Ayrıca uygulama alanına ilişkin söz konusu bölümde, tarafların aralarındaki sözleşmenintabi olacağı hukuka ilişkin hiçbir düzenleme yapmamaları halinde de ihtilafa bu kuralların uygulanmasının mümkün olduğu ifade edilmiştir. Bunların yanı sıra, UNIDROIT İlkeleri, milletlerarası yeknesak hukuk araçlarının ve ulusal hukukların yorumlanması ve tamamlanmasında dikkate alınmayı ve hatta Borçlar Kanunlarını yeniden kaleme alan ülkelerin yasama organlarına da yol gösterici bir rol oynamayı amaçlamaktadır11. Tüm bu nedenlerle bu çalışmada UNIDROIT İlkeleri′nin temsil konusundaki düzenlemelerine de ilgili yerlerde değinilmiştir.


Bu çalışma başlıca üç bölümden oluşmaktadır. İlk bölümde öncelikle temsil kavramı, temsil yetkisinin soyutluğu ve temsilin çeşitleri gibi doğrudan temsile ilişkin genel bilgiler ele alınmış, ardından doğrudan temsilin şartları ve özellikle açıklama ilkesi ile bunun istisnaları incelenmiştir. Temsilcinin başkası adı altında işlem yapması ve mevcut olmayan bir kimsenin temsil edilmesi konuları da bu bağlamda ele alınmıştır. İlk bölümün son kısmında ise doğrudan temsilin sonuçlarına değinilmiştir.


İkinci bölüm ise temsil yetkisine ayrılmış durumdadır. Temsil yetkisinin varlığı aslında doğrudan temsilin şartlarından birini teşkil etmesine rağmen, önemi ve kapsamı nedeniyle temsil yetkisi hemen hemen tüm çalışmalarda ayrı bir başlık altında incelenmektedir. Temsil yetkisinin doğrudan temsil kurumunun temelinde yer alması ve temsil hukukunun belki de en önemli konusu olması itibariyle bu çalışmada da bu yöntem tercih edilmiştir. Bu bölümde öncelikle kısaca temsil yetkisinin hukuki niteliğine ilişkin tartışmalara yer verilmiş, ardından temsil yetkisinin geçerli bir şekilde verilmesinin üzerinde durulmuştur. Ardından temsil yetkisinin kapsamının belirlenmesi konusu ele alınmış, bu bağlamda temsilyetkisinin çeşitli açılardan sınırlanmasının üzerinde özel olarak durulmuştur. Bu bölümde daha sonra temsil yetkisinin iradi ve kendiliğinden sona ermesi halleri ayrı ayrı incelenmiştir. İkinci bölümün son kısmı ise temsil yetkisinin kötüye kullanılması konusuna ayrılmış durumdadır. Esasen temsil hukukunun önemli konularından biri olmasına rağmen, bugüne kadar Türk Hukukunda yeterince ele alınmamış olan bu konuda, kötüye kullanma halleri, kötüye kullanmanın şartları ve sonuçları ayrı ayrı ele alınmıştır.



Üçüncü bölüm ise yetkisiz temsile ilişkindir. Yetkisiz temsilin ilk sonucu askıda hükümsüzlük olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu nedenle öncelikle icazetin verilip verilmeyeceğinin belli olmadığı bu dönemin getirdiği sonuçların incelenmesinde fayda bulunmaktadır. Bunun ardından icazet konusu ele alınmış ve icazetin hukuki niteliği, icazet beyanında bulunacak olan kimse, bu beyanın muhatabı, icazetin geçerliliği, icazet verilmesinin süresi, temsil olunanın icazet verme yükümlülüğünün bulunup bulunmadığı gibi konular değerlendirilmiştir. Daha sonra ise icazetin verilmesinin ve verilmemesinin sonuçlarına yer verilmiştir. İcazet verilmemesinin en önemli sonucu şüphesiz sözleşmenin geçersiz hale gelmesi ve temsilcinin Borçlar Kanunu′nun 39. maddesinden kaynaklanan sorumluluğunun doğmasıdır. Ancak bunun dışında temsil olunanın üçüncü kişiye karşı sorumlu olup olmayacağının ve tarafların karşılıklı olarak sebepsiz zenginleşme ve istihkak talepleri ileri sürüp süremeyeceklerinin de değerlendirilmesi gerekmektedir. Bunun yanı sıra temsilci ile temsil olunanın da karşılıklı olarak tazminat taleplerinin söz konusu olup olmayacağı ele alınmalıdır. Üçüncü bölümün son kısmını ise üçüncü kişinin iyiniyetinin tam olarak korunduğu haller teşkil etmektedir. Borçlar Kanunu′nun 33. maddesinin 3. fıkrası, 34. maddesinin 2. fıkrası ve 37. maddesi bu bağlamda ele alınmıştır. Ayrıca bağlı tüccar yardımcılarının yetkisinin sınırlanması veya sona ermesi halinde üçüncü kişiyi koruyan hükümler de bu kısımda incelenmiştir.